30 Haziran 2014 Pazartesi

Gizemli Medeniyetler/Yapılar - Büyük Gize Sfenksi

                                Bugün piramitlerin, yüzlerce tapınağın bulunduğu Mısır'da bir gizemli yapı daha var ki, o da Büyük Gize Sfenksi'dir ya da bilinen adıyla Mısır Sfenksi.
                                Sfenks, kafası koç, kuş ve ya insan ; gövdesi ise uzanan bir aslan şeklini alan heykeldir. İlk örneğine Antik Mısır'da rastlanır ki bizim burada ele alacağımız da Mısır'da bulunan Büyük Gize Sfenksi'dir. Bunun dışında Yunan, Hint ve Hititlerde görülen sfenks İslam'da da motif olarak kullanılmış örneği bulunmaktadır.
                             Yunan mitolojisinde yer alan sfenks yıkım ve kötü şans temsil eden benzersiz bir şeytandır.
                             Hitit, Lidya, ve Frigya uygarlıklarında daha çok heykel olarak rastlanır. En ünlüleri ise Alacahöyük kent kapısının iki yanına dikilmiş sfenksler ve Zincirli'de keşfedilen Neo-Hitit sfenksleridir.




                                            Alacahöyük'te bulunan bir Hitit Sfenksi .

                                   Taş üzerine kabarta şeklinde işlenmiş bir Hint Sfenksi.


                                                          Yunan Sfenksi.


                           Porselen üzerine işlenmiş bir sfenks motifi. İslami döneme aittir.


                           Almanya Nordkirchen'da bir binanın girişinde bulunan Sfenks.



                          Büyük Gize Sfenksi, Mısır'ın başkenti Kahire de yer almaktadır. Piramitler ile anı bölgededir.
                          Dünyadaki en büyük tek parça taş heykeldir. 73,5 metre uzunluğunda, 6 metre genişliğinde ve 20 metre yüksekliğindedir.
                         Büyük Gize Sfenksi ilk kez Batı dünyası tarafından fark edildiğinde büyük bir bölümü çölün kumlarıyla kaplanmış durumdaydı. Napolyon Sfenks'i ilk kez gördüğünde anıtın sadece başı ve omuzları kumların üzerindeydi. Uzun yıllar boyunca Sfenks bu şekilde kaldı. 1816-1818 yılları boyunca titiz kazı çalışmalarıyla bedenin büyük bir bölümü kum altından çıkarıldı. Ancak pençeleri ile pençelerinin arasındaki mabedin kum altından çıkarılması farklı zamanlarda gerçekleştirilen sistematik çalışmalarla gerçekleştirildi.


             Napolyon'un kumlar altındaki Sfenks'e bakarken yapılmış yağlı boya tablosu.


                         Ne zaman yapıldığı konusunda bir çok görüş vardır. Dördüncü Hanedan döneminden (M.Ö. 4000-2500) kalma bir tablette Sfenks ile ilgili şu şekilde söz edilir :"Dünya var olduğundan beri en büyük sır burada gizlenmiştir. En büyük sır Sfenks'in sırrıdır." Bilim insanlarının genellikle ortak görüşü firavun Kefren döneminde (M.Ö. 2558-2532) inşa edildiğidir ki firavun Kefren de Dördüncü Hanedan dönemi krallarındandır. Ancak burada bazı kesinlik kazanamayan durumlar vardır. Örneğin; Sfenks'in firavun Kefren zamanında yapıldığını söyleyen bilim insanlarının dayanağı, Sfenks ile Kefren Piramidi'nin aynı hizada olması ve şuan Kahire Müzesi'nde sergilenen, firavun Kefren' ait olduğu sanılan heykelcik ile Sfenks'in başının aynı olması.




                        Burada malesef ortaya çıkan bir sorun var, o da Sfenks'in yaşının tespit edilemiyor olması. Çünkü Sfenks, çöl kumunun altındaki kireçli toprak oyularak yapılmıştır. Fakat başı ve ön bacakları öyle değildir. 
                        Gövde ve arka bacakları sürekli eriyip yok olmaya doğru ilerlemektedir.  Çöl kumunun altındaki kireçli toprak, Akdeniz'in yüksek orandaki tuzlu suyunu emdiğinden, bu tuzlu sudan dolayı erimektedir. Her geçen gün de kabuk dökerek hacim kaybetmektedir.
                        Ön bacakları da Roma İmparatorluğu'nun Mısır'ı fethinden sonra yapılan sağlamlaştırma çalışmalarında uzatılmıştır. Taş bloklardan oluşan bu ön bacakların yeni halinde çok fazla aşınma meydana gelmemiştir. 
                        Geriye kalan mevcut firavun Kefren başı gerçekten de Sfenks yapılırken mi eklendi yoksa sonradan mı eklendi. Çünkü Romalılar ön bacakları sağlamlaştırırken taş blok kullanıyorlar. Yani bacakların eski halinin de kireçli taştan olma ihtimali yüksek. Başın ise kireçli taştan olmadığı biliniyor. Bir bütün olarak kumun altındaki kireçli toprak yapının oyularak Sfenks'in yapıldığını düşünürsek, başın da kireçli taştan olması gerekir. Başın, vücuda göre çok küçük olması bir şüphe uyandırır. Bu kadar görkemli ve büyük bir Sfenks yapanlar neden başı bu kadar küçük tutuyorlar ? 
                       Kefren döneminde, babası Keops için büyük bir piramit yapılıyordu ve bu piramidin yapımı 14-20 yıl arası sürdüğü biliniyor. Eğer gerçekten Sfenks'in firavun Kefren döneminde yapıldığını düşünecek olursak, piramidin yapımından arta kalan yıllarda da Sfenks'in yapımı için uğraşılmıştır. O halde bu kadar insan günlük hayatın gereksinimi olan tarım vs. gibi işleri ne zaman yaptılar ? Bu iki yapının aynı firavun döneminde yapılması çok zor ihtimaldir çünkü Kefren 24-26 yıl arası tahtta kalmıştır.
                      Dördüncü Hanedan döneminde rastlanan tablette Sfenks'ten bahsedilmiş olması, onun tabletin yazıldığı tarihten önce var olduğunu ortaya koyar. Bazı bilim insanlarına göre ilk yapıldığında Sfenks'in başı büyük bir aslan başıydı. Gerçekleşen bir doğal felaket sonucu bu aslan başı düşmüş olabilir.Eğer gerçekten öyleyse Kefren tahta çıktıktan sonra kendi başını koydurmuş olabilir. 



            Bacakları, Romalılar döneminde sağlamlaştırıldığı ve yeni taş bloklar eklendiği için, vücuduna göre çok uzundur.


                         Sfenks'in bacakları arasında dev bir taş yazıt vardır. Burası tapınak olarak kullanılmıştır. Kimi bilim insanına göre bu taşın arkasında bir geçit vardır. Bu geçit de Sfenks'in altındaki odalara gitmektedir.  Odalarda ise piramitlerin nasıl yapıldığını anlatan ve daha bir çok bilimsel bilgi içeren parşömenler bulunmaktadır. Bu bilgiler de Mısırlılara Atlantisliler tarafından getirilmiştir. 
                         Büyük Gize Sfenks'i hakkında araştırma  yapan Schvvaller de Lubicz ve J.A. West, Sfenks'in su erozyonuna uğradığını düşünmektedir. J.A. West, Serpent in the Sky isimli kitabında şu görüşlerine yer vermiştir:
                         "Prensip olarak Sfenks'in su erozyonuna maruz kaldığına itiraz etmek mümkün değildir. Eski Mısır'ın köklü iklim değişiklerine ve su ile ilgili dönemsel  felaketlere maruz kaldığı ispatlanmıştır. Bugünkü kronolojik hesaplamalara göre Mısır'da meydana gelen en son su baskını M.Ö. 10.000'lerde gerçekleşmiştir.
                          Sonuçta şunu düşünebiliriz. Eğer su tarafından tahrip edilmişse, bu erozyona sebebiyet veren tufan ya da tufanlar öncesinde Sfenks'in yapılmış olması gerekir."
                         Buradan şu sonucu çıkarabiliriz. Eğer Atlantis efsanesi gerçek ise, Atlantis'in yok olduğu tufan ile Sfenks'in tahrip edildiği tufan aynı tarihte gerçekleşmiş olabilir.

                         Bazı ezoterik bilgilere göre ünlü filozof Platon Mısır'a geldiği zaman, Mısırlı rahipler ona bazı eski belgeler gösterdiler. Bir zamanlar Atlantis'te bulunan üstü düz bir piramitten söz etmişlerdir. Rahipler, Atlantis'teki o piramidin bir benzerinin de Mısır'da yapılmış olduğunu ve üzerine Sfenks'in yerleştirilmiş olduğunu gizli bilgi olarak aktarmışlardır. Atlantisliler Sfenks'i kendi ana yurtlarının bir göstergesi, bir anısı olarak inşa etmişlerdir. ( Ünlü Atlantis kıtası )

24 Haziran 2014 Salı

Gizemli Medeniyetler/Yapılar - Paskalya Heykelleri

                        Antik medeniyetler, gerek taşlara çizdikleri resimlerle, gerek yaptıkları heykellerle, gerekse inşa ettikleri yapılarla insanlığa önemli eserler kazandırmışlardır.
                       Bu eserler genellikle dini, sanatsal, mimari açıdan büyük önem taşır. Fakat bugün öyle yapılar, heykeller var ki, hala hangi amaç doğrultusunda yapıldıkları çokça bilim insanı tarafından uzlaşılamayan bir konu haline gelmiştir.
                       Dünyanın en doğusundaki nokta olarak kabul edilen Paskalya Adası'nın kuzeyinde yer alan heykeller bir çok bilim insanı tarafından merak konusu haline gelmiştir. Tahminen M.S. 1100-1600 yılları arasında inşa edildikleri düşünülüyor. Bazılarının 50 ton ağırlığa, bazılarının 33 metre yüksekliğe sahip olan heykellerden 638 tanesi numaralandırılıp kategorize edilmiştir. Sayılarının 1000'in üzerinde olduğu tahmin edilmektedir. Bunların kimi hala ayakta bulunmasına karşın kimi de yıkılmış vaziyettedir.
                      Bu gizemli anıtlar sertleşmiş volkanik küllerden yapılmış ve normalden çok daha uzun insan başlarıyla, sivri çeneleriyle, iki kollarıyla kısa bir vücutları vardır.
                   




                    Hollandalı kaşif Jakop Roggeveen adayı keşfettiğinde 1722 yılının Paskalya'sıydı. Bu yüzden adaya bu isim verildi. Roggeveen adada heykelleri gördüğünde hala sapa sağlamdılar. İngiliz kaşif ve haritacı Kaptan James Cook 1774'te adaya gittiğinde heykellerin çoğunun yerinde olduğunu gördü.
  
                  Burada en büyük sır, ada halkının bu devasa heykelleri nasıl taşıyıp şuan bulundukları yerlere yerleştirdikleridir. Dil bilimsel verilerden yola çıkıldığında, Paskalya'ya insanlar ilk kez M.Ö. 2000'lerde Güneydoğu Asya'dan başlayan göçlere gelmişlerdir. Yapılan DNA araştırmalarında, buraya Güney Amerikalıların yerleşmiş olmaları imkansız. ( O dönemde Güney Amerika'nın ileri bir uygarlığı olan İnkalar'dan Paskalya'ya herhangi bir göç olmadığı anlaşılıyor.) Bu kadar küçük, fazla göç almayan ve en yakın yerleşim yerine bile 2250 km uzaklıkta olan ( Pitcairn Adası ) Paskalya Adası'nın halkı bu heykelleri yapmasının amacı neydi ve nasıl yaptılar ? Güneydoğu Asya'dan M.Ö. 2000'lerde göçlerin başladığını düşünecek olursak ( ki Asya'da bu tip heykellere bugüne kadar rastlanmamıştır. ), bu heykellerin ne amaçla yapıldığını çözmek hayli güçtür. 
               
                 







                   Burada saptanamayan bir başka sır da Moai ismi verilen bu heykellerin üzerinde bazı yazıların olması. Bu yazı Rongorongo diye adlandırılan yazı türüdür ve henüz çözülmüş değildir. Honolulu (Hawaii'nin başkenti), Santiago ve Avrupa'nın çeşitleri yerlerinde Rongorongo yazısıyla yazılmış 25 tablet bulunmuştur. Bugün Paskalya Adası'nın yerlileri olan Rapa Nuiler bu dili okuyamıyorlar. O zaman bu heykelleri kimler yaptı ? ( Rongorongo, bazı dil bilimciler tarafından Rapa Nui diline akraba olan bir Polinezya dili olduğu söylense de hala tam olarak ispatlanmış değildir. )

                                      Rongorongo diliyle yazılmış bazı tabletler :






                 
                    Kaliforniya Üniversitesi'nden Jo Anne Van Tilburg, adada 15 yıldan fazla araştırma yapmıştır. Mevcut insan gücü, materyaller, kaya tipi ve en kolay taşıma yolları hakkında veriler içeren bilgisayar similasyonu kullanan Van Tilburg, heykelleri nasıl taşındığı konusunda inandırıcı bir hipotez oluşturdu. Buna göre, heykeller önce tahta bir kızağa sırt üstü yatırılıp, tahtadan yapılmış kano şeklinde bir merdiven üzerine hareket ettirildi. Tören alanına gelindiğindeyse kızaklar yardımıyla dik konuma getirdiler. 1999 yılında Van Tilburg, 73 kişilik bir ekiple kuramını test etti bu metodun heykellerin taşınması ve yerleştirilmesi ile ilgili en mantıklı öneri olduğu görüldü.*

                    Adanın yerlilerince çok büyük önem arz eden bu heykellerden dolayı 80'li yıllarda Paskalya Adası'nın tamamı Şili hükümeti tarafından tarihi alan ilan edilmiştir. ( Paskalya Adası, 1888 yılından beri Şili Devleti toprağıdır. ) 1995 yılında da UNESCO tarafından Rapa Nui Ulusal Parkı Dünya Mirası Listesi'ne alınmıştır. 
             
                   Kimi "fantastik" bilim insanına göre Stonehenge, Mısır piramitleri ve Paskalya heykelleri uzaylılar tarafından yapılmıştır ! O dönemlerde yaşayan insanların bu tür yapıları yapamayacağı, bilimden tamamen uzak olduğunu düşünmek, kör cahilmiş gibi göstermeye çalışmak çok büyük yanlıştır. Olaya direkt olarak bunları ancak ve ancak uzaylılar yapmıştır diyerek girmek ve bu yönde ispatlar arayışı içinde olmak bilimin tarafsızlık ilkesine aykırıdır. Senelerden beri anlatılan taş devri insanı modeli medeniyetten uzak, sadece avlanan, mağarada yaşayan başka da hiç bir şey yapmayan, tıraş olmadıkları için saçı sakalı birbirine karışmış pislik içinde maymuna benzeyen bir insan tipidir. Bundan binlerce sene önce insanlığın yapabilecekleri arasında böylesine mühendislik harikası yapıların olduğu, bilimle ilgilendiğini bir türlü düşünmek istemeyen sadece kendisini kandırır. O dönemlerde yaşayan insanlar da gayet ileri medeniyetler kurmuşlardır. Bunu sadece kendilerine itiraf etmek istemiyorlar. Araştırılması gereken konu bu yapıların nasıl yapılmış olduğudur. Bunun elbet mantıklı ve bilimsel bir cevabı vardır ancak şuana kadar ne yazık ki bulunamamıştır. 


(*) - Gizlenen Tarih - Brian Haughton

22 Haziran 2014 Pazar

Gizemli Medeniyetler/Yapılar - Stonehenge



                 İnsanoğlu, tarihin farklı dilimlerinde gördüğümüz üzere taşlara, kayalara çok büyük bir önem vermiştir. Çünkü taş sağlam ve uzun ömürlü olduğu için istedikleri gibi şekil vermiş, üzerine yazılar yazmış ve ya günlük hayatın gereksinimleri için kullanmışlardır. Böylelikle de sonraki nesillere aktarımı kolay olmuştur. Tabi ki bizim burada ele alacağımız bu taş ve kayaların gizemli olanları.
                 M.Ö. 3000'ler.. İngiltere'de  Londra'nın 130 km batısında Salisbury düzlüğünde bir yapı yükseliyor. Aynı zamanda o yıllarda Mısır'da da piramitler yapılıyor. Hala kimler tarafında ve neden yapıldığı bir türlü çözülemeyen bu yapı bugün Stonehenge olarak anılıyor. Stonehenge ile ilgili bugün bilinen bilgiler çok sınırlı. Her biri 40 ton ağırlığındaki taş bloklardan oluşan çembersel bir yapı. Ortasında at nalı şeklinde dizilmiş taş bloklar bulunuyor. Ekinoksta yani yaz ve kış gün dönümlerinde ( 21 Haziran - 21 Aralık ) at nalı şeklindeki taş blokların ortasında bulunan iki taş bloğun arasından gün doğumunda güneş ışını geçiyor. Bu bize herşeyden önce Stonehenge'i yapan insanların ciddi bir şekilde gök bilimiyle ilgilendiklerini gösteriyor.                 Anıtın yapımında kullanılan dev taş bloklar Stonehenge'in yakın çevresinde bulunmadığı biliniyor. Bu taşları getirebilecekleri en yakın yer bugün Galler'de yer alıyor. Her birinin 40 ton ağırlığında olduğunu düşünecek olursak taşları getirmek için ciddi bir işçilik ortaya konulmuştur.






                    Yapının yıkılmadan önceki halini gösteren dijital ortamda hazırlanmış resim.


                 Bu nokta insanın aklına şu sorular geliyor:
-Stonehenge'i yapanlar kimlerdi ? 
-Her birini ağırlığı 40 ton olmasına rağmen, üstteki yatay biçimde duran taşları oraya nasıl çıkardılar ? ( Tunç çağında önce ve M.Ö. 3000'ler olduğunu düşünecek olursak, bu o dönem için büyük bir mühendislik harikası.)
-Mühendislik harikası olan bu yapı, ekinoksa göre inşa edildiği bilindiğinden, bilim birikimi ileri seviyede olan  bu insanlar neden arkalarında Stonehenge'ten başka bir yapı inşa etmeden ve ya herhangi bir iz bırakmadan gittiler ? 
-Daha da önemlisi bu insanlar ileri derecedeki bu bilimsel bilgileri nereden öğrenmişti ? 

                Şaşırtıcı olan bir başka kısım ise Rusya'nın Başkurtistan eyaletinin Uçalı şehrinde 1956 yılında Stonehenge'e benzeyen bir yapı bulunuyor. Uzun uğraşlar sonucunda 2004 yılında burada kazılar başlıyor. Acaba Stonehenge'i yapan insanlarla, Uçalı'daki bu yapıyı yapan insanlar arasında bir bağlantı var mı? 
                Daha da şaşırtıcı bir başka bulgu da, İsveç’teki Kåseberga kasabasında bir tepeye yerleştirilmiş 59 dev kayanın elips şeklinde dizilmiş, kısmen Stonehenge'e benziyor olması. Bu yapının da ekinoksta gün doğumunda bazı taşlarının aydınlandığı gözlemlenmiştir. Kuş bakışı görünümünde gemi şeklinde dizilmiş olarak görülen bu taşlar, kimi arkeoloğa göre İskandinav denizciler tarafından yapılmış. Yapılan radyo karbon testler sonucu taşların 1400 yıllık olduğu ortaya çıkarılıyor. İsveç’in kırsal bölgelerinde birçoğu gemileri andıran çok sayıda anıt yapı bulunuyor. Bu anıtların birçoğu, İsveç’in Demir Çağı’na, M.S 500-1000 yıllarında yapıldığı tespit ediliyor. 






                 
                        
                      Bugün 3 farklı ülkede yer alan bu 3 yapının hemen hemen aynı mimarı özelliklere sahip olmaları ve üçünün de kuzey ülkelerinde yer almaları düşündürücüdür. Bir çok arkeoloğun ortak görüşü bu yapıların dini mabet olmalarıdır. Aynı amaç doğrultusunda inşa edilmeleri, kuzey ülkelerinde yer almaları göz önünde bulundurulduğunda, bu yapıları yapan insanların arasında bir bağın olup olmadığı sorusunu akla geliyor. 
                    
                      İngiltere'de Sheffield Üniversitesi'nde öğretim üyesi olan Prof.Dr. Mike Parker Pearson, Stonehenge hakkında alışıla gelmişin dışında bir tez üreterek, 2004 yılında 270 kişilik, alanında birçok uzman bilim insanı ve gönüllülerin bulunduğu bir ekiple birlikte çalışmalara başladı.
                      Parker Pearson'a göre Stonehenge, çok büyük bir dini kompleksin parçası. Arkeolojinin taşlar ve kayalarla ilgili kısmında uzman olan Pearson'ın ürettiği teze göre bu çembersel yapıdan bir tane daha vardı. Ama bu bu yapı kerestedendi. Stonehenge taştan yapıldığı ve sağlam olduğu için kalıcılığı yani öbür dünyayı, diğeri keresteden yapıldığı ve daha az dayanıklı olduğu için geçiciliği yani bu dünyayı temsil ediyordu. Bu yüzden Stonehenge ölüler için yapılmıştı, diğeri yaşayanlar için. Bu iki yapı arasında da insanların yaşadığı yerleşim yeri var.
                      Parker Pearson 2004'te kazı çalışmalarını Stonehenge'nin bulunduğu çevre kırsalda başlattı. Çünkü önceki yıllarda yapılan kazılarda Stonehenge'nin etrafında herhangi bir yerleşim yeri izi bulunamamıştı. 2005 yılına kadar yapılan kazılarda 3 çukur açıldı ve sonunda üçüncüsünde bazı bulgulara ulaşıldı. Gün yüzüne çıkan taş yapı bir evin zemini olduğu tespit ediliyor. Zeminde bulunan is karası, evin içinde yemek yapmak, ısınmak vb. işler için ateş yakıldığını ortaya çıkarıyor. Bunun dışında yapılan kazıda ok uçları, çömlek parçası, insan bacak kemiği de bulunuyor.


                      
                   Kazı sırasında kepçenin kaldırdığı toprağın altından çok belirgin, geniş bir bulvar ortaya çıkıyor ve bunun Avon nehrine kadar devam ettiği görülüyor. Bu da Parker Pearson'ın tezini ciddi şekilde ilerletiyor. Avon nehrinin kıyısında ciddi büyüklükte, hatları belli olan çembersel bir bölge var. Burada 1967 yılında yol yapımı için yapılan kazılarda, toprağın altından çok sayıda çukur açığa çıkıyor. Bu çukurların diğer yapının temelleri için açılan çukurlar olduğunu düşünecek olursak Pearson'ın tezi doğrulanır. Pearson bunun için Avon nehrinde kazı çalışması yapmak istiyor. Çünkü Parker Pearson, nehirde insan kemikleri ve ya diğer kereste yapıyla ilgili bir kalıntı bulabileceğini düşünüyor. Fakat İngiltere Çevre Bakanlığı'ndan nehirde kazı yapılması için onay gelmiyor. Pearson da kazı çalışmalarını bitiriyor. Ancak Pearson'ın bu tezi bugüne kadar Stonehenge ile ilgili ortaya atılan tezlerden en sağlamıdır.


                                           Kazı sonucu ortaya çıkan bulvar.


                        Üzerinde derin çentikler olan insan bacak kemiği. Parker Pearson'a göre bu yaraların iyileşmemesinin sebebi, o kişinin bu yaralar sonucu ölmesidir. Buradan da şu sonuca varılması mümkün. Muhtemel olarak ölüm cezasına çarptırılmış birisi, üzerine ok atılarak infaz ediliyor.


               Stonehenge'e 2,5 km uzaklıktaki bölgede varolduğu sanılan kereste mabet.


                                      Kazılarda ortaya çıkarılan ok uçları.


                                       Üzerinde işlemeler bulunan bir çömlek parçası.


                 

                     Stonehenge'nin hala kimler tarafından ve niçin yapıldığı çözülemezken, bu yapının çok ciddi bir mühendislik harikası olduğu açıktır. Yapıyı ekinoksa göre ayarlamak da ayrı bir bilimsel harika olduğunu gösteriyor. Bu insaların kimler olduğu, nasıl bu bilimsel bilgilere sahip olduğu da ayrı bir araştırma konusudur. 

15 Haziran 2014 Pazar

Gizemli Medeniyetler/Yapılar - Piramitler

                Kadim medeniyetlerde karşımıza çıkan piramit yapılar, genel itibariyle dini merkez olarak inşa edilmiştir. Colomb öncesi Amerika uygarlıklarından Maya,İnka ve Aztek piramitleri tapınak-mabet yapılardır. Günümüze harabeleri ulaşan Mezopotamya ziguratları tam olarak piramit olmasa da piramidi andıran yapılardır. Dini, siyasi, eğitim merkezi ve yiyecek-içecek deposu olarak kullanılan ziguratlar Mezopotamya medeniyetleri açısından çok önemli yer tutar.
                Mayalar, ibadet etmek için ve ya kötü bir olay olduğunda bu piramitlerin önünde diz çökerek tanrılarına dua ederlerdi. Dünyaya bir felaket geleceği zaman da tanrıları bu piramidin tepesine gelip merdivenlerden indikten sonra onları yanına alarak koruyacağına inanırlardı.

                                             Chichen Itza'daki Maya piramidi
                                         
                                            Teotihuacan'daki Aztek piramidi

                                              Comalcalco'daki Maya piramidi
                                                 
                                           Maya şehri Uxmal'daki piramit tapınak

               Tabi ki piramit denince herkesin akıllara ilk gelen meşhur Mısır piramitleridir. Nasıl yapıldıkları konusu hala muamma olan bu yapılar günümüze tam olarak gelebilen sadece Gize Piramitleri diye bilinen Keops, Kefren ve Mikerinos piramitleridir. Mısır'ın bir çok yerinde tespit edilen harabe yapılardan yola çıkarak burada daha da piramitlerin olduğu tahmin ediliyor. Fakat diğer kadim medeniyetlerin piramitlerinden farklı olarak Mısır piramitleri (en azından günümüze gelenler) kral yani firavun mezarı olarak inşa edilmişlerdir.
           
               Keops piramidinin inşası için kaba bir hesaplama yapıldığında 23 yıl boyunca hiç durmadan her gün 322 santimetre küp taş çıkarılmalı. Bunun için ise günde 1212 işçinin sadece taş çıkarma işinde çalışması gerekir. Bu kadar sürede bu kadar işçinin sadece bir işte çalışması demek tarım üretiminin nasıl yapılacağı sorusunu akıla getiriyor.
               Keops piramidinin toplam ağırlığının yaklaşık 6.500.000 ton olduğu biliniyor. Toplam taş blok sayısının yaklaşık olarak 2.300.000 adet olduğu da bilindiğinden, her bir bloğun ağırlığı 3 tona tekabül ediyor. Günümüzde yine aynı şartlarda, bu taş blokları Sina yarımadası, Assuan, doğu çölü ve Fayyum'dan getirip, günde ortalama 10 ton taş döşeneceğini düşünecek olursak piramit 664 yılda bitirebileceği hesaplanmış.
              Matematik ve mühendislik harikası olan bu piramitler için aynı zamanda şu iddialar da ortaya atılmıştır:

-Piramitlerin içinde radar, sonar, ultrason gibi cihazların çalışmadığı gözlemlenmiştir.
-Kirletilmiş su, piramit içine bırakıldığında bir kaç gün içerisinde arındığı gözlemlenmiştir.
-Bitkilerin piramit içerisinde daha hızlı büyüdükleri gözlemlenmiştir.
-Piramidin içinde kesik, yanık ve yaraların daha hızlı iyileştiği iddia edilmiştir.
-Piramidin içinin yazın soğuk, kışın sıcak olduğu gözlemlenmiştir.
-Piramitlerin içine yılda sadece 2 kez güneş ışığı girdiği, bu günlerinde de kralın doğduğu gün ve tahta çıktığı güne denk geldiği gözlemlenmiştir.

                                            Kefren Piramidi

                                                Keops Piramidi

                                             Mikerinos Piramidi

              Ve elbette bana göre en ilginç ve gizemli olanları da Çin piramitleridir. 1912 yılında iki Avustralyalı gezgin tarafından keşfedilen bu piramitler Çin'in Doğu Türkistan Şincan Özerk bölgesinde yer almaktadır. Aslında geniş bir ova üzerinde bulunmalarına ve sayılarının 18 olup birbirlerine çok yakın olmalarına rağmen keşfedildi denilmesinin sebebi, üzerilerinin ağaçlandırılarak doğal tepe görünümü verilmesinden dolayıdır. Bunların piramit olmadığını bilenler dışarıdan baktığında yeşil bir tepeden başka bir şey göremezler. Çin Halk Cumhuriyeti devletinin bunu yapmasının çok önemli bir sebebi olmalı çünkü piramitlerin olduğu bu bölgeye girilmesi de yasak.
              Bölgeye girişe yasak getirilmeden önce bir Türk gazeteci piramitlere araştırma yapmak amacıyla gittiğinde, piramitlerden birinin içinde büyük bir heykel gördüğünü, bu heykelin Türklerin atası olarak kabul edilen Oğuz Han'a ait olduğunu söylemişti.
              National Geographic'in hazırladığı bir belgeselde piramitlerin, tarihteki ilk Çin İmparatorluğu'nun krallarına ait olduğu iddia ediliyor fakat buna dair ne bir yazılı belge ne de bir mezar odası vardır. (Çinlilerin yazıyı binlerce senedir kullandığını, arşivlerinin çok geniş olduğu, sadece kendilerinin değil Türklerin ve diğer uygarlıkların da tarihlerini yazdıklarını düşünecek olursak bu konuyla ilgili herhangi bir yazılı belgenin olmaması belgeseldeki iddiayı çürütmektedir.)

               İkinci Dünya Savaşı sırasında Çin'e yardım malzemesi götüren bir C-54 uçağından çekilen fotoğrafla birlikte ilk kez bu piramitler dünya kamuoyuna duyurulmuştur ve bu piramide BEYAZ PİRAMİT adı verilmiştir.
           
          Beyaz piramidin uzunluğu 300 metredir. Mısır'daki Keops piramidinin neredeyse 2 katıdır.







              Yine ilginç ve gizemli olan başka bir piramit de Bosna Hersek'in başkenti Saraybosna'daki güneş piramitidir. Üzeri tamamen bitki örtüsüyle kaplı olan yapının çok net iki yüzeyinden piramit olduğu anlaşılıyor. Yüksekliği 220 metre olan bu piramit, Mısır'daki Keops piramidinden 75 metre daha yüksektir. Arkeolog Semir Osmanagic, yapının piramit olduğunu iddia etmesi sonucu yüzey araştırmaları yapmaya başlamıştır. Kazıların sonucunda piramidin girişini bulan Semir Osmanagic piramidin etrafındaki diğer tepelerin de piramit olabileceğini ileri sürüyor.




                       Semir Osmanagic'in piramit olduğunu iddia ettiği tepeler:

                  Piramidin etrafına düzgün bir şekilde yerleştirilen taş bloklardan yol yapılmış.


           

                        Tabiki en sona en bombasını sakladım. Yıl 1985. Japonya'nın Yonaguni Adası açıklarında keşif için denize dalan bir balık adam ilginç bir yapıyla karşılaşır. Yapının etrafında tam bir tur atar ve çok düzgün taş bloklardan oluştuğunu fark eder. Daha fazla incelemek için biraz daha aşağılarına indiğinde basamaklar şeklinde uzadığını görür ve piramit olduğunu anlayınca sudan çıkar. Heyecanlı bir şekilde gördüklerini anlatmaya başlar.
                        Bu andan itibaren arkeologların ilgi odağı olan bu yapıda araştırmalar başlar. Araştırmaların ilerlemesiyle birlikte çok düzgün bir şekilde inşa edilmiş yapıların yanı sıra cadde ve sokakların olduğu görülür. Tabi ki bir piramitin de olması akıllarda soru işaretleri uyandırır.
                       Japonya Ryukyus Üniversitesi'nde deniz jeoloğu olan Dr. Masaaki Kimura 15 yıl boyunca burada araştırmalar yapmıştır. Kimura'ya göre 300 metreye 150 metrelik bu alan en az 8000-5000 yıl öncesine aittir.


               Su altından çıkarılan bu küçük tabletin üzerinde çeşitli semboller yer almaktadır.







                                     
                              Su altındaki antik kentin dijital ortamda hazırlanmış hali:

                   
                      Tüm bunlardan yola çıkacak olursak, birbirine coğrafik olarak bu kadar uzak olan medeniyetlerin piramit inşa etmesi ve genel olarak aynı amaç doğrultusunda kullanılması şaşırtıcıdır. Birbirlerine deniz aşırı uzaklıkta olmalarına rağmen aynı yapıları inşa eden bu medeniyetlerin, bu mesafeleri aşacak bilgi ve teknolojiye o dönemde sahip olabileceği ve o dönem için teknolojik harika sayılan bu yapıların nasıl yapıldığını diğer medeniyetlere öğretmiş olma ihtimalleri ortaya çıkıyor.
                     Bazı tarihçi ve arkeologların iddia ettiği bu teknik bilginin kaynağı Atlantislilier mi ? Yoksa James Churchward'ın iddia ettiği gibi M.Ö. 70.000 ile 12.000 arasında yaşamış olan "MU Uygarlığı" mı ?

NOT: Konuyla ilgili önerilen kitaplar;
-Atatürk ve Kayıp Kıta Mu 2/ Köken - Sinan MEYDAN
-Gizlenen Tarih - Brian HAUGHTON